Başlıklar
- - Atabetül Hakayık
- - Atabetü’l-Hakayık Nedir?
- - Atabetü’l-Hakayık Özellikleri
- - Atabetü’l-Hakayık Konusu
- - Atabetü’l-Hakayık Yazarı
- - Atabetü’l-Hakayık Nüshaları
- - Atabetü’l-Hakayık’taki Değerler
Atabetül Hakayık
Türk edebiyatı ve tarihi söz konusu olduğunda belli başlı eserler klasik mahiyettedir ve onlardan kesinlikle söz edilmesi gerekir. Geçmişten gönümüze köprü oluşturan bu eserlerin önemi dilinden, konusundan, döneminden, yazarında vs. kaynaklanır. Atabetül Hakayık da hem Türk edebiyatı hem de Türk tarihi açısından önemli eserlerden birisidir. Bu nedenle her iki alanda, hatta kültür, sanat, eğitim, siyaset gibi alanlarda araştırma yapanlar da Atabetül Hakayık nedir, özellikleri nelerdir, yazarı kimdir, eserin konusu nedir gibi araştırmalar yapmaktadır.
Öncelikle her ne kadar günlük hayatta ve internette eserin adı Atabetül Hakayık olarak anılsa da aslı Atabetü’l-Hakayık ya da Atebetü’l-Hakayık şeklindedir. Bu çalışmamızda eserin adını Atabetü’l-Hakayık şeklinde ele alacak ve hakkındaki bütün detayları bir araya getireceğiz.
Atabetü’l-Hakayık Nedir?
Atabetü’l-Hakayık Türk edebiyatının ilk yazılı eserlerinden birisidir. Edib Ahmed Yükneki tarafından 12. Yüzyılda yazılmıştır. Eser, Karahanlı beylerinden Muhammed Dâd İspehsalar’a sunulmuştur. İçeriğinde didaktik şiirler yer almaktadır ve bu didaktik şiirler hadislere, Arapça beyitlere dayandırılarak yazılmıştır. Ahlaklı insan olmanın yolları, ahlak ilkeleri, çeşitli ahlaki öğeler, İslam düşüncesi gibi detaylar esere yansımıştır.
Atabetü’l-Hakayık Hakaniye Lehçesiyle kaleme alınmıştır ve günümüz Türkçesine “Hakikatlerin Eşiği” şeklinde çevrilebilmektedir. Eser uzun zaman Hibetü’l-Hakayık, Aybetü’l-Hakayık gibi yanlış biçimlerde isimlendirilmiştir. Daha sonra nüshaları bulununca Hakaniye Lehçesinin dil özellikleri değerlendrilerek eserin doğru adının Atabetü’l-Hakayık olduğu tespit edilmiştir. Kitapta hem Allah’ı hem insanı bilmenin yalnızca bilim yoluyla olabileceğinden bahsedilmekte, bilginin faydaları, bilgisizliğin zararları üzerinde uzun uzun durulmaktadır.
Atabetü’l-Hakayık’ın nazım birimi beyitler olup dörtlüklerden oluşmaktadır. Şair, tıpkı Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eserinde olduğu gibi aruz vezni ve Kaşgar Türkçesini kullanmıştır. Eserin tam olarak nerede ve ne zaman yazıldığı hakkında net bilgiler yoktur. Kaşgar Şivesiyle, Uygur harfleriyle yazılmış ilk yazması İstanbul’da, Ayasofya Kütüphanesinde yer almaktadır. Bu nüshanın tespitinden sonra hakkında çok sayıda araştırmaya yapılmıştır.
Atabetü’l-Hakayık Özellikleri
Türk edebiyatının ilk eserlerinden birisi olan Atabetü’l-Hakayık günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. Bu nedenle de çoğu kez Divan-ı Hikmet, Kutadgu Bilig, Divan-ı Lügati’t-Türk gibi eserlerle birlikte anılır. Eserin başlıca özelliklerini maddeler halinde şöyle sayabiliriz:
- Atabetü’l-Hakayık Hakaniye Lehçesiyle yazılmıştır.
- Eserin konusu din ve ahlak üzeredir. Cömertliğin iyi bir şey olduğuna vurgu yapılmakta, Türk karakteri de bu yönüyle övülmektedir. Yine ilmin her şeyden üstün olduğuna işaret edilmekte, ilim sahibi olmak gerektiği belirtilmektedir.
- Sık sık telmih (hatırlatma) sanatına başvurulmuştur.
- Eserin nazım birimi beyit ve dörtlüktür.
- Hem hece hem aruz vezni kullanılarak yazılmıştır.
- Edib Ahmed Yükneki tarafından dönemin sultanı Muhammed Dâd Sipehsalar’a armağan olarak sunulmuştur.
- Eserde kaside ve gazel niteliğinde şiirler vardır.
- Toplam 46 beyit, 101 dörtlükten meydana gelmektedir.
- Toplam 484 dizeden oluşmuştur.
- Sahip olduğu içerikler nedeniyle öğretici, yani didaktik bir eser olup bol bol nasihat barındırmaktadır.
- Kitap 14 bölümden oluşmaktadır. Baştaki 5 bölümlük girişten sonra esas konunun işlendiği 8 bölüm yer almakta, sonraki 1 bölüm de bitişten oluşmaktadır.
- Geçiş dönemi eseri olduğu için sık sık Arapça ve Farsça kelimeler de kullanılmıştır. Öyle ki eserin adı dahi Türkçe değildir.
Atabetü’l-Hakayık Konusu
Atabetü’l-Hakayık’ın en temel konusu din ve ahlaktır. Bunlar birleştirilmiş ve güzel ahlakın da dinin bir gereği olduğu, ikisinin birbirini tamamlayan mesnetler olduğu vurgulanmıştır. Bu nedenle Atabetü’l-Hakayık didaktik tarzda bir eserdir. Kitapta güzel ahlaka dair pek çok kavram işlenmiş, bunlar dini esaslara dayandırılmıştır. Bilgi, ahlak, cimrilik, barış, yardımseverlik, duyarlılık, cömertlik, iyilik, doğruluk gibi kavramlar en çok öne çıkanlardır.
Atabetü’l-Hakayık Reşit Rahmeti Arat tarafından günümüz Türkçesine çevrilmiştir ve Arat, eserin dil ve üslubuna dair de değerlendirmelerde bulunmuştur. Ona göre Atabetü’l-Hakayık, daha çok kuru, en basit duygu parıldamalarından dahi uzak, işini bilen ve vazifesine odaklanan bir ahlak hocası gibi, sert, bir dereceye kadar da kaba ve cansız bir ifade tarzıyla yazılmıştır.
Aslında yazarın duygu ve düşüncelerine yer vermeyen, yalın, sade bir üslup kullanması eseri yazış amacından kaynaklanmaktadır. Daha çok eğitici, ahlak verici nitelik taşıdığı için bu tür bir üslup öne çıkmıştır.
Atabetü’l-Hakayık’ın konusu ilk bakışta çok rahat anlaşılabilmektedir. Zira eser, doğruluk, cömertlik ve iyilik hakkında nasihatlerden oluşmakta, hadislerden, ayetlerden yararlanılarak dindarlığın faziletlerinden bahsedilmektedir. Sadece iyi davranışlar öne çıkarılmamakta, aynı zamanda kötülüğün ne kadar zararlı olduğuna sık sık vurgu yapılmaktadır. İlmin kişiyi mutluluğa götürecek en önemli yollardan birisi olduğu işaret edilmektedir.
Atabetü’l-Hakayık’ta bir konu hakkında susmanın, sessiz kalmanın insana ne tür erdemler kazandıracağına da sıklıkla vurgu yapılmaktadır. Bu noktada da dil karşımıza çıkmakta, gereksiz konuşmanın zararlarına, yerinde ve doğru konuşmanın yararlarına dikkat çekilmektedir.
Eser boyunca dört büyük halifeye ve Hz. Peygambere sık sık övgüler dizilmekte, ele alınan konuların onlarda bir araya geldiği, onların her birinin güzel ahlakın timsalleri olduğu belirtilmektedir.
Atabetü’l-Hakayık’ta yer alan konular üzerinden dönemin Türk ve çevre toplumlarında bir takım sosyal çöküntüler, ahlaki sarsıntılar yaşandığı görülebilmektedir. Yazar da buna karşın hem halkı hem de doğrudan devletin yöneticisine hitap ederek güzel ahlakın erdemlerinden bahsetmiş, güzel ahlakın sosyal düzenin sağlanmasında da önemli payı olduğuna vurgu yapmaktadır.
Atabetü’l-Hakayık Yazarı
Atabetü’l-Hakayık Edib Ahmed Yüknekî tarafından kaleme alınmıştır. Edib Ahmed Yüknekî hakkında yeterli bilgi yoktur. Şairin yaşadığı dönem, çevresi tam olarak bilinmemekte, sadece menkıbevi mahiyette çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Bunlara göre Edib Ahmed Arapça ve Farsça bilmektedir. Tefsir ve hadis gibi İslami ilimlerde tahsil sahibidir. Takva sahibi, fazıl ve alim bir şairdir.
Edib Ahmed hakkındaki menkıbeler 15. Yüzyılın sonlarına, yani Ali Şîr Nevâî (ö.1501) zamanına kadar uzanmaktadır. Ali Şîr bir eserinde Edib Ahmet’in Türk olduğunu, doğuştan kör olduğunu belirtmektedir. Aynı zamanda dindar ve zeki bir kişi olduğuna dikkat çekmektedir. Bağdat’ın dışında, uzak bir yerde oturmakta, her gün yürüyerek gelip İmâm-ı Âzam’ın derslerine (ö. 767) devam etmektedir. İmam-ı Azam tarafından da takdir edilmektedir. Bu bilgilerin gerçekliği tartışılmakla birlikte Edib Ahmet’in dini kimliğine ve İmam-ı Azam’a öğrenci olacak kadar bilgili birisi görüldüğüne işaret etmektedir.
Atabetü’l-Hakayık’ta Edib Ahmed hakkında birtakım bilgiler mevcuttur. Eserin sonunda Emir Arslan Hoca Tarhan tarafından yazılan on beyitlik manzume bulunmaktadır. Burada da Edib Ahmet’in doğuştan kör olduğu, babasının adının Mahmut olduğu, doğum yerinin bugünkü Taşkent yakınlarında olduğu kaydedilmektedir. Türkistan’daki Taşkent civarında olduğu varsayılan Yüknek’in kesin mevkii tespit edilememiştir. Yine aynı bölümde şairin eserini Kagarî til, yani Karahanlı Türkçesi ile yazdığı belirtilmektedir.
Bütün bu bilgiler ışığında Edib Ahmet’in 12. Yüzyılda yaşamış bir Türk edip ve alim olduğu kesindir. Atabetü’l-Hakayık adlı eserini yazmadan önce edib unvanına sahiptir. Fakat başka bir eserine ulaşılamamıştır. Şairin ölüm tarihi ve yeri hakkında da herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
Atabetü’l-Hakayık Nüshaları
Günümüze kadar Atabetü’l-Hakayık’ın dört el yazması nüshası elde edilmiştir. Semerkant nüshası bunlardan birisidir ve bu, Temür’ün oğlu Şahruh döneminde, 1444’te Semerkant’ta düzenlenmiştir. Hattat Zeynelabidin Uygur alfabesiyle ve güzel bir hatla yazmıştır. Bu nüsha bugün İstanbul Süleymaniye Kütüphanesinde Ayasofya bölümündedir.
Semerkant nüshası nüshalar arasında en iyisi kabul edilmektedir ve eserin gerçek doğru adını taşımaktadır. Yine ithaf edildiği beyin adını muhafaza etmekte, dönemin ünlü hattatlarının birinin kaleminden çıkmış bulunmaktadır. Nüsha hem yazı hem süs açısından Türk kültür tarihinde özel bir yazma olmasını sağlamaktadır.
Semerkant nüshası hakkında ilk bilgileri Necip Asım aktarmış ve eserin 123 sayfa olduğunu belirtmiştir. 1444 yılında Semerkant’ta yazılan nüshanın ne zaman, nasıl İstanbul’a getirildiği bilinmemektedir.
Ayasofya nüshası 1480 yılında İstanbul’da Şeyhzade Abdürrezzak Bahşı tarafından yazılmıştır. Bu nüshanın üst satırları Uygur, alt satırları Arap harfleriyle oluşturulmuştur. Nüsha, 174 sayfadır.
Topkapı Müzesi nüshası Fatih ya da 2. Beyazıt döneminde, İstanbul’da yazılmıştır. Arap harfleriyle hazırlanmış olan bu nüsha, Topkapı Sarayı kütüphanesinin hazine bölümünde tutulmaktadır. Yazısı, açıklamaları ve bazı detaylarıyla Ayasofya nüshasına benzemektedir. Fakat farklılıkları da vardır. Yazılış tarihiyle alakalı 2. Beyazıt’ın mühründen başka delil yer almamaktadır.
Son nüsha ise Ankara Seyid Ali nüshasıdır. Arap harfleriyle yazılmış olan nüsha, baştan, ortadan ve sondan eksiktir. Aynı zamanda eserin tarihi, yeri, yazarı gibi detaylar da belli değildir. Nüsha içinde başka eserlere ait bölümler bulunmaktadır.
Atabetü’l-Hakayık’taki Değerler
Atabetü’l-Hakayık Karahanlı Dönemi Hakaniye Türkçesi eserlerinden olup Çağatay Türkçesi özelliklerini de göstermektedir. Türk dili ve edebiyatı açısından olduğu kadar Türk sosyo-kültürel hayatı, kültür arkeolojisi gibi açılardan da önemli kaynaklardan birisidir.
Atabetü’l-Hakayık ve yazarı hakkındaki bilgilerin çoğu eserin sonunda bulunan ek malumatlara dayanmaktadır. Bunun yanında eserin ünü 15. Yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir. Yazar hakkında anlatılanlar menkıbe olmuştur.
Edib Ahmed Yüknekî eserinin sonunda kendinden Edib Ahmed şeklinde bahsetmektedir. Esere sonradan ilave edilen üç bölümdeyse şairin ismi bulunan yerlerde sadece Edib şeklinde geçmektedir. Geçmişten günümüze eserin adı farklı şekillerde okunmuştur. Necip Asım, Hibetü’l-Hakayık (Hakikatlerin Bağışlanması) şeklinde okumuş, Fuat Köprülü, Aybetü’l-Hakayık (Hakikatlerin Heybesi), bazı dilciler ise Gaybetü’l-Hakayık (Hakikatlerin Sırrı) şeklinde okumuşlardır. Reşit Rahmeti Arat ve Jean Deny ise Atabetü’l-Hakayık (Hakikatlerin Eşiği) şeklinde okumuşlar ve revaç gören bu olmuştur.
Atabetü’l-Hakayık klasik Türk edebiyatındaki mesnevi formatındadır. Baş tarafında Besmele yer alan 10 beyitlik tahmid (Allah’a övgü), sonra 5 beyitlik na’t (peygamberi övme), sonra da 5 beyitlik dört sahabenin övülmesi bulunmaktadır.
Kitabın sunulduğu Emir Muhammed Dâd İspehsâlâr Bey’in methedildiği bölüm ise 14 beyitten oluşmaktadır. Yazar, eserinin beşinci bölümünde kitabı yazış amacını belirtmekte ve burası 6 beyitten oluşmaktadır. Girişlerin klişe bölümlerinden sonraysa asıl konuya geçilmektedir.
Şair esere ilişkin bir plan yapmış ve tasarladığı bölümleri kendince tasnif etmiştir. Bunu da gelişme bölümünde yapmıştır. Ön bölümler beyit halinde yazılırken asıl bölüm dörtlükler halinde kaleme alınmıştır. Eseri oluşturan 9 bölüm şunlardan oluşmuştur:
- Bilginin yararı ve bilgisizliğin zararı (12 dörtlük)
- Dilin muhafazası (12 dörtlük)
- Dünyanın dönekliği (12 dörtlük)
- Cömertliğin methi, hasisliğin zemmi (10 dörtlük)
- Tevazu ve kibir (7 dörtlük)
- Harislik (6 dörtlük)
- Kerem, hilm ve diğer iyilikler (16 dörtlük)
- Zamanenin bozukluğu (21 dörtlük)
- Kitap sahibinin özrü (5 dörtlük)
Atabetü’l-Hakayık dini ve ahlaki nitelikte, didaktik bir eser olduğu için onu vaaz kitabı olarak ele alanlar da mevcuttur. Eserde Arapça ve Farsça kelimeler görülmekte, dönemin dili fark edilmektedir. Şair, eserinde şiirselliği ve Türkçe kullanımını ön plana almamıştır. Türkler arasında Müslümanlığın yeni kabulü ve yaygınlaşmasıyla birlikte şair de eserinin konusunu ve kurgulamasını buna göre yapmıştır.
Dolayısıyla şair bu eserinde içinde yaşadığı toplumu milli ve dini öğretiye uygun şekilde eğitmeyi hedeflemiştir. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’de idealize ettiği bilgili, eğitimli, huzurlu, mutlu, milli kaynaklardan ve milli kültür şuuruyla donatılmış insanlardan oluşan bir toplum profilinden yola çıkmıştır. Dini referansları dikkate alan, daha çok dini yönü güçlü bir toplumsal hayata ve insana yönelmiştir.
Küçük hacimli bir mesnevi olan Atabetü’l-Hakayık, Şehnâme vezni olarak da adlandırılan “fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl” kalıbıyla yazılmıştır. On dört bâb, yani konu başlığı halinde düzenlenmiştir.
Atabetü’l-Hakayık hem sosyal bilimler alanında öğrencilere kazandırılması öngörülen değerleri ihtiva etmekte hem de dini ve toplumsal değerleri barındırmaktadır. Bu yönüyle zengin bir içeriği vardır. İçeriği incelendiğinde Atabetü’l-Hakayık’ta öne çıkan değerler ve bunların kaç dörtlükte yer aldığı şu şekildedir:
- Bilimsellik 12
- Dürüstlük 4
- Yardımseverlik 9
- Hoşgörü 2
- Barış 3
- Duyarlılık 12
- Sorumluluk 8
- Saygı 1
- Özgürlük 1
- Çalışkanlık 2
- Adil Olma 2
- Dayanışma 1
- Sevgi 1
- Eşitlik 2
- Sözün Değeri 7
- Tevazu 5
- Affetme 3
- Kanaatkârlık 7
- Cömertlik 3
- Sabır 2
- Dostluk 1
Eserde bilginin faydası ve bilgisizliğin zararları önemli yer tutmaktadır. Kutsal kitaptaki “sakın cahillerden olma” ayeti ve peygamber hadislerine gönderme yapılmıştır. Şaire göre insan bilgi sahibi olmalı ve bilerek konuşmalıdır. Yani konuşmadan önce konuşacağının nereye gideceğini, ne sonuç doğuracağını düşünmelidir. Bilgi sahibi olmak içinse çaba sarf etmek gerekir.
Şaire göre bilgi değer olarak dinara benzetilmiştir. Bu yüzden bilgi, güç ve otorite sağlar. Erkeğin fiziksel üstünlüğüne kadın bilgisiyle karşı koyup üste çıkar. Bilginin üstünlüğünü anlatmak için şair, toplumsal ve kültürel öğelerden fazlasıyla yararlanmaktadır. Söz sanatlarından, özellikle de teşbih sanatından istifade ederek mukayesede bulunmuştur. Ona göre alimler, eserleriyle yaşayan, adları unutulmaz, bir nevi ölümsüz kişilerdir.
Edib Ahmed Yüknekî bilgili ile bilgisizi mukayese ederken sayılardan yararlanmış ve bir bilgili = bin bilgisiz denklemini kurmuştur. Cehaletin insanı aşağı çektiğine, bilgininse yükselttiğine vurgu yapmış, bu nedenle de insanın değerini arttırmak istiyorsa bilgiye ulaşması gerektiğini, bunun için de zorlukların ve mesafenin göze alınması gerektiğini belirtmiştir. Bilgiyi, Çin’de dahi olsa arayınız hadisine göndermede bulunmuştur. Şaire göre insanlık tarihi cahillikle mücadele tarihidir ve bütün alimler, bilgeler cehalet karşısında mücadele vermiştir. Cehalet ise dermansız bir derttir. Cahiller bilginin değerini bilmezler ve bilginin değerini sadece bilgililer bilirler.
Atabetü’l-Hakayık’ta bilgiye ayrılan ilk bölümden sonra dilin muhafazası üzerinde durulmaktadır. Toplumsal yaşantı açısından bilgi ne kadar önemliyse bir o kadar dile sahip çıkma da önemlidir. İnsan ilişkilerinde sürekli konuşmak zafiyetler çıkarır. Aynı zamanda bir kusur olarak ele alınır. Kişinin nerede ne söyleyeceğini bilmemesi başına pek çok dert açar. Oysa susmak ve dinlemek çok büyük erdemdir. Dil, kişinin kontrolünde olabilecek bir organdır. Fakat kişi dilinin kontrolünü kaybederse başına pek çok dert açabilir. Bu da insanlar arasında fiziksel şiddete kadar gidebilir.
Atabetü’l-Hakayık’ta en çok üzerinde durulan konulardan birisi dünyanın dönekliğidir. Dünya, bir handır ve bu hana gelenler belli bir süre konaklayıp yollarına devam ederler. Bu yüzden akıllı insan bu dünyada kalıcıymışçasına hareket etmez. Etmemelidir. Yüz yıl önce yaşayanlar bugün olmadığı gibi yüz yıl sonra da bugün yaşayanların büyük kısmı dünyada olmayacaktır. Bu yüzden geçici heveslere aldanmamalı, dünya benim dercesine davranılmamalı, bilgili olup gelecekte kişi adından güzelliklerle bahsettirmenin yolunu bulmalıdır. Bu da yine bilgili olmaktan, insanları kırmamaktan, tevazu sahibi olmaktan geçmektedir.
Edib Ahmed Yüknekî’nin fazlasıyla üzerinde durduğu bir diğer erdem cömertliktir. Cömertlik, hasislikle karşılaştırılarak anlatılmıştır. Cömertlik insanlara ve diğer canlılara karşı imkanlarını kullanmak, elinde avucunda olan mallardan ya da bilgisinden dağıtmaktır. İslam dini cömertliği övmekte, cömert kişinin ahirette güzel bir yer edineceğini müjdelemektedir. Şair de cömertliğin toplumsal birlik beraberliği olduğu kadar insanlar arası ilişkilerde de iyileştirici olduğuna vurgu yapmaktadır. Cömertliği hasis kişiler dahi sever ve hasis kişilerin, düşmanların gönülleri dahi cömertlikle alınabilir. Fakat cömertlik yapmak rastgele saçıp savurmak değildir. Yerine ve zamanına göre cömert davranılmalıdır.
Şaire göre cömert ve yardımsever insanlar övülmeli, hak ettikleri değer verilmelidir. Buna karşın cimriler ise kötü bir karaktere sahiptirler ve bunlar da yerilmelidir. Cömertlik neredeyse bütün toplumlarda kabul görür. Cömert kişiye kötü söz gelmez ve kişiye kötü sözün gelmesinin önü cömertlikle, yardımseverlikle kapatılabilir.
İnsana bir mal bahşedilmişse onun da yardıma ihtiyacı olanlara bahşetmesi gerekir. Mal edinip de muhtaç olanlarla paylaşmayanlar ayıp etmekte, bunların cömertliğe yönlendirilmesi gerekmektedir. Cömertlik, yardımseverlik insan tabiatının en makul şekli iken cimrilik insan doğasına aykırıdır. Ayıplanması gereken bir haslettir. Üstelik yardımseverlik Allah tarafından da yüceltilirken cimrilik Allah tarafından da istenmemektedir.
Cömertlik insanlardan aç olan varsa yedirerek, çıplak olan varsa giydirerek yapılmalıdır. Buna ek olarak yardıma muhtaç olanlar küçük düşürülmeden ve uygun şekilde yardım yapılmalıdır. Buna karşılık cimriler haram helali gözetmeden mal toplamakta, bu da onlara sorumluluklar yüklemektedir. Arkalarında kötü söz bıraktırmakta, sonrasında da bu mallar başkaları arasında paylaşılmaktadır. Ona da buradan sadece pişmanlık kalmaktadır.
Atabetü’l-Hakayık’ta tevazu ve kibir de fazlaca yer tutmaktadır. Tevazu, insanın kendini diğer insanlardan üstün görmemesidir. Tevazu sahibi kişiler kendilerini beğenme, başkalarını aşağı görme gibi tutumları geride bırakmışlardır. Tevazu toplumsal yaşamdan kişiler arası ilişkilere kadar her noktada etkilidir. Tevazu sahibi kişiler diğer kişilerden de saygı görür, diğer insanlar onların tecrübelerinden yararlanmayı, sözlerini dinlemeyi severler. İnsanlar tevazu sahibi olmaya çalışmalı, onun tam karşılığı bir davranış olan cimriliği bırakmalıdırlar.
Şaire göre büyüklenmek, insanlara tepeden bakmak bütün toplumlarda hoşlanılmayan hasletlerdir. Aynı zamanda Allah tarafından da onaylanmayan bir davranış biçimidir. Zaten Müslüman olmanın alametlerinden birisi tevazu sahibi olmaktır. Bu nedenle kendine Müslümanım diyen herkes tevazu sahibi olmalıdır. Allah da tevazu göstereni yükseltmektedir. Kibirli olanı ise aşağı atmaktadır. Kibirlilik taslamak hem toplumlar hem de bireyler tarafından yerilmektedir. Dolayısıyla kibir sahibi olmak kötü bir kişilik özelliğidir ve ona yakışan ancak tevazulu olmaktır.
Atabetü’l-Hakayık’ta kanaatkarlık övülürken harislik yerilmektedir. Kanaat, kişinin payına düşene razı olması, ihtiyaçlarını asgari ölçüde karşılamaya yetecek kadar varlığa sahip olmasıyla yetinmesidir. Kanaatkarlık tasavvuf ve ahlak kaynaklarında ruhi bir erdem olarak geçmektedir. Edib Ahmed elinde bulunanlarla yetinmeyip mala karşı hırs sahibi olanların başlarına gelenlerden bahsetmektedir. Cimri, hep daha fazlasını kazanmak için koşturup durmaktadır ve bu onun için zararlıdır. İnsanın geçici mala bu kadar heves etmesi hoş bir uğraş değildir. Nafile şeylerle ömür tüketmemeli, kanaatkâr olunmalıdır.
Şaire göre insanın temel ihtiyaçlarını karşılaması onun için yeterlidir. Bu nedenle mal hırsını aklından çıkarmalıdır. Fakirlik, malın, mülkün azlığı değil, elindekiyle yetinmeme, şükretmemedir. Bu nedenle de insan kanaatkâr olmadığı sürece sahip olduklarını hep yetersiz görecek, hep daha fazlasını isteyecektir. Bu da ömrünü boşa tüketmesine neden olacaktır.
Mala karşı aşırı hırs, son pişmanlık, gam ve kederdir. Şaire göre insanın zengin ya da yoksul olması Allah’ın bir hediyesidir. İnsan ne kadar hırs sahibi olursa o kadar fazla malı olsun isteyecektir. Bu da kendini harap etmekten başka bir netice vermeyecektir. Dolayısıyla kişi yaşamını boşa geçirmek istemiyorsa hırsı bırakmalı, elindekilerle yetinerek kanaatkâr olmalıdır. Ona göre hırs yaşlanmayacak ve kişinin ihtiyarlamasına rağmen hep varlığını ve fazlalığını koruyacaktır. Hırs sahibi insanlar o kadar aç gözlüdürler ki ne kadar fazla mala sahip olurlarsa olsunlar daima daha fazlasını isteyeceklerdir. Hırs sahibi olanların eline hiçbir şey geçmeyecek, insanlar onu takdir etmeyecek, takdirlerini azaltacaktır. Bu nedenle insanın elindekiyle yetinmeyi öğrenmesi gerekmektedir.
Dostluk, Atabetü’l-Hakayık’ta fazlaca yer edinen erdemlerden birisidir ve dostluk içinde sevgiyi, saygıyı, fedakarlığı, dayanışmayı ve daha başka değeri de barındırmaktadır. Dostluk sayesinde insanlar birbirlerine bağlanmaktadır. Kişiler sevinçlerini dostlarıyla paylaşarak arttırmakta, acılarını ve kederlerini dostlarıyla paylaşarak yüklerini hafifletmektedirler. İnsanın dosta sahip olması en büyük zenginliklerdendir. İhtiyaç halinde insanlar dostlarından herhangi bir konuda bilgi edinebilirler. Kötü günlerinde kendilerini daha iyi hissedebilirler. Şair, arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim düşüncesiyle aynı doğrultuda hareket etmektedir. Bu nedenle kişinin dostu iyi olursa kendisi de iyi davranışlar kazanacak, iyiliklerle meşgul olacaktır. Buna karşın kişinin dostları, arkadaşları kötü ise bu durum onu kötü kişilikli birisi yapacaktır. Bu nedenle de arkadaşlık, dostluk kişinin karakteri üzerinde büyük etki yapacaktır. Hem birey hem de toplum için dostluğun önemi büyüktür.
Affetmek de Atabetü’l-Hakayık’ta yer alan değerlerden birisidir. Hem dini yaşantıda hem de toplumsal, bireysel yaşantıda affetmenin vazgeçilmez bir yeri vardır. Yüknekî’ye göre affetmek birlik ve beraberlik içinde yaşamanın anahtarlarından birisidir. Şair aynı zamanda Allah’a da seslenmekte, kendisinin kurutuşunun ancak onun kendisini affetmesiyle mümkün olabileceğini belirtmektedir. Allah’ın adaletle muamele etmesi onun için felaket olacaktır. Çünkü o, Allah’a layık bir kul olamamıştır ve bu nedenle Allah’tan kendini affetmesini dilemekte, affediciliğine güvendiğini belirtmektedir.
Şaire göre insan bir şey isteyecekse Allah’tan istemeli, şükredecekse de yine sadece Allah’a karşı şükretmelidir. İnsan aciz bir varlıktır ve aciz olarak yaratılmasının nedeni de yaratana af, dua ve yardım dilemesinden kaynaklanmaktadır. Kul sadece yaratana sığınmalı, önün cömertliği ve affediciliği sayesinde günahlarından kurtulmalıdır. İnsanın günah işlemeye, hata yapmaya, kusurlu olmaya yatkın bir yaratılışı vardır. Doğası gereği hata yapacak, kusurları olacaktır. Fakat yaratanın karşısına da hata ve günahlarıyla gitmek istemeyecektir. Bu nedenle de Allah’tan kendisini affetmesini istemesi son derece doğaldır ve bunu yapmalıdır.
Affetmek sadece yaratan ile insan arasında olmaz, olmamalıdır. İnsanların da birbirlerine karşı hataları, kusurları olabilir. Bu durumda önemli olan hata yapanın hatasını anlaması ve dönerek özür dilemesidir. Eğer hata yapan hatasını anlar ve samimiyetle özür dilerse diğerinin de bu özrü kabul etmesi gerekir. Özrü kabul etmek büyük bir erdemdir ve affetmek de kişiye erdem kazandırır. İnsanlar birbirlerini affederek hem kişiler arası ilişkilerini güçlendirirler hem de toplumsal yaşantıları düzelir. Birlik, dirlik, beraberlik duyguları pekişir. Yine de bütün bunlar yapılırken asıl af dilenmesi gerekenin yaratan olduğu unutulmamalı, her insan yaratandan af dilemekten geri durmamalı, af dilediği hata ve kusurları de yeniden yapmamak adına çaba sarf etmelidir.
Atabetü’l-Hakayık bütün bu erdemler ve çok daha fazlasına yer vermekte, dini esaslar üzerinden birey ve topluma yön vermeye çalışmaktadır.
İlginizi çekebilir: Türklerin Kullandığı Alfabeler Hangileridir? Türkler Kaç Tane Alfabe Kullanmıştır?
Yorumlar - Yorum yapmak için tiklayin