Tarih

Şark Meselesi Nedir? Amacı, Önemi ve Sebebi

Şark Meselesi Nedir? Amacı, Önemi ve Sebebi

Başlıklar

Şark Meselesi

Siyaset ve dünya tarihinde toplumlar ya da bölgeler üzerinde çeşitli planlar vardır. Bunlar kimi zaman kısa süreli olur kimi zamansa çağın ve şartların seyrine göre güncellenerek yüzyıllarca devam eder. Bu noktada kimi tarihçilere göre 18. Yüzyıldan bu yana kimilerine göreyse çok daha önceleri başlatılmış bir Şark Meselesi vardır.

Şark Meselesi söz konusu olduğunda gerek tarih kitaplarında gerekse internette oldukça farklı açıklamalar bulunmaktadır. Bunun nedeni Şark Meselesineyaklaşımın farklılık göstermesi, zamana göre yeniden uyarlanması ve kapsamının hiçbir zaman açık açık ifade edilmemesidir. Konu üzerine araştırma yapan pek çok araştırmacı meseleyi farklı biçimlerde temellendirmişler, başlangıcı farklı tarihlere çekmişler, safhaları hakkında farklı yorumlarda bulunmuşlardır. Bu çalışmamızda Şark Meselesi hakkında detayları bir araya getiriyoruz.

Şark Meselesi Nedir?

Şark Meselesi Arapça bir kavramdır. Arapçasını kullanmak istemeyenlerce Doğu Sorunu şeklinde ifade edilir. Kavramın en temel karşılığı, Türklerin Avrupa’dan atılmasıdır. Türkler Anadolu’ya yerleştiği zamandan bu yana bu durumdan rahatsız olan Avrupa devletleri Türkleri Orta Asya’ya ya da Orta Doğu’ya; yani Şarka gönderme, Osmanlı Devleti’nin çok uluslu yapısı üzerinden bu devleti yıkarak paylaşma planlarına Şark Meselesi denmektedir. Bu siyasi politika Avrupa ile doğulu devletler arasındaki bütün meselelerde temel alınmış ve bütün dünyanın hitap ettiği vaziyette Şark Meselesi adıyla sürdürülmüştür.

Bir İngiliz Harbiye nazırı olan Lord Kitchener Şark Meselesini Türkleri dünya haritasından silinceye kadar savaşa devam edeceğiz, şeklinde ifade etmektedir. Bu da Şark Meselesinin Osmanlı Devleti’ne değil, daha çok Türk ırkına karşı geliştirilmiş bir hareket olduğu sonucunu ortaya koymaktadır.

Viyana Kongresi

Şark Meselesi İlk Kez Ne Zaman Gündeme Gelmiştir?

Şark Meselesi terimi ilk kez 1815 yılında Viyana Kongresi sırasında Rus Çarı I. Aleksandr tarafından kullanılmıştır. Viyana Kongresi’nden sonra da diplomatlar arasında hızla yayılmış, devlet adamları, siyasetçiler, tarihçiler, akademisyenler bu kavramı kullanır olmuşlardır.

1815 yılından itibaren Şark Meselesi büyük bir anlam genişlemesine uğramış, aynı zamanda karşılığı da netleşmiştir. Tarih boyunca Hristiyan batılı milletlerin ve onların etkisindeki Türk asıllı olmayan diğer Müslüman milletlerin Müslüman Türk milletini ve Müslüman Türk devletlerini ekonomik, sosyal, kültür, siyaset alanlarında etkileri altına alma meselelerinin adı olmuştur. Müslüman Türk devletlerini ve milletlerini sosyal, sanayi, ekonomik, kültür, siyaset alanlarından etki altında tutmak veya yok etmek gayesiyle geliştirilen meselelerin tamamı Şark Meselesi ismiyle somutlaştırılmıştır.

Bazı araştırmacılara göre Şark Meselesinin gerçek anlamını kazanması iki olayla gerçekleşmiştir. İlki Osmanlı Devleti’nin 1838’de İngiltere ile imzalanan Balta Limanı Antlaşmasıyla iktisadi iflasın eşiğine gelmesidir. İkincisi de 1839 yılında Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa orduları karşısında mağlubiyeti sonrası askeri iflasın gerçekleşmedir. Bu olaylar sonrası Osmanlı Devleti bir çeşit gölge devlet haline gelmiştir.

20. yüzyılda Şark Meselesi, Türklerin Avrupa’dan ve hatta Anadolu’dan sürülerek öz yurtları olan Orta Asya’ya gönderilmesi, Mondros ve Sevr ile fiiliyata geçirilmeye çalışılmıştır. Bu politika, zamana ve mekâna göre farklı görünümler altında ortaya çıkmakta ve temelinde Hristiyan – Müslüman ya da Avrupalı – Türk münasebetleri vardır.

Şark Meselesi özellikle Avrupalılar tarafından kullanılmaktadır. Bu da meselenin aslında Avrupa’daki Haçlı zihniyeti menfaatleri doğrultusunda halledilmeye çalışıldığını bariz olarak göstermektedir. Tarihçi Enver Ziya Karal Milli Mücadele’nin Şark Meselesinin önemli bir parçası olduğuna işaret etmekte ve Milli Mücadele’nin yalnızca Yunanlılara karşı değil, bütün batı emperyalizmine karşı kazanılmış olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla Mustafa Kemal önderliğinde verilen mücadele sonrası Türkiye Cumhuriyeti kurularak Hristiyan dünyasının Türkleri Anadolu’dan atmak ve Anadolu’yu yeniden Hristiyanlaştırmak düşüncesi boşa çıkarılmıştır.

Şark Meselesi politikası yüzyıllara göre değişik hedefler göstermiştir. 19. Yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması hedef olmuştur. Yüzyılın ikinci yarısında Türklerin Avrupa’daki topraklarının paylaşılması hedef haline getirilmiştir. 20. Yüzyıldaysa devletin bütün topraklarının bölüşülmesi Şark Meselesinin hedefi olmuştur. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin iş ve dış politikadaki her olumsuz olayı Avrupalılar tarafından Şark Meselesi başlığı altında ele alınmıştır. Bu da Şark Meselesinin Osmanlı Devleti’nin kaderi anlamına gelmesine neden olmuştur.

Siyasetçiler ve tarihçiler Şark Meselesi tabirini çeşitli şekillerde kullana gelmişlerdir. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi’nden itibaren Türklerin Anadolu’yu vatanlaştırdıkları düşünüldüğünde Şark Meselesinin temeli toprak olmaktadır.

Diğer taraftan Lord Kitchener Türklerin dünya haritasından silininceye kadar savaşın devam edeceğini belirtmektedir. Fransız tarihçi Edward Driault ise Şark Meselesini İslam – Hristiyan mücadelesi şeklinde yorumlamaktadır. Bu da ırk ve din meselesi olarak görüldüğünü de göstermektedir. Bütün bu nedenlerden dolayı Şark Meselesi büyük devletleri meşgul den bir politika olmuştur. Osmanlı Devleti döneminde Türklerin aynı zamanda Müslümanların da lideri haline gelmiş olmaları meselenin bir Türk ya da Osmanlı meselesi haline gelmesini de sağlamıştır. Şark Meselesi neticesinde de kıskançlıklar, entrikalar, antlaşmalar, pazarlıklar, menfaat çatışmaları ve hatta savaşlar meydana gelmiştir. Avrupalı Hristiyan devletler Osmanlı Devletinden koparabildikleri parçaları kendilerine dost devletler yapabilmek için onlar üzerinde dava gütmeyi seçmişlerdir.

Balta Limanı Antlaşması

Şark Meselesinin Amacı

Şark Meselesinin amacı bazı temeller üzerine bina edilmiş olsa da zamana ve mekâna göre güncellenmiş ve güncellenmeye de devam etmektedir. Bu noktada meselenin başlıca amaçlarını şöyle sıralamak mümkündür:

  • Türkleri ve Müslümanları Hristiyanlaştırmak,
  • Osmanlı Devleti içinde yaşayan Hristiyanlara geniş tavizler sağlamak. Islahat Fermanı ile Osmanlı Devletindeki Hristiyanlar birçok taviz elde etmiştir. 
  • Osmanlı Devleti’nin Avrupa topraklarında yaşayan Hristiyanlara Osmanlı’dan ayrılarak ayrı devletler kurdurmak. Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Romanya, Polonya, Macaristan gibi devletler Osmanlı’dan ayrılarak kurulmuştur.
  • Avrupa’dan Türkleri çıkarmak. Balkan Savaşları sonunda Türkleri Avrupa’dan çıkarmışlar ve bu amaçlarına ulaşmışlardır. 
  • Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarındaki Hristiyan ve Yahudilere ayrı devletler kurdurmak. Ermenilerin kendi devletlerini kurmaları ve Filistin’de Yahudi devletinin kurulması bu amaçladır.
  • Türkleri Anadolu’dan çıkarmak ya da sömürge haline getirmek. Batı Hristiyan dünyası bu amaçla 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Mondros antlaşmasını bahane edip dört bir taraftan Anadolu’yu işgale girişmiştir. Fakat Mustafa Kemal önderliğinde Milli Mücadele savaşı kazanışmış ve Türkiye Cumhuriyeti kurularak Anadolu’da kalmak başarılı olmuştur.
  • Avrupalılar Şark Meselesini en temelde iki amaç üzerine bina etmişler, birisi olmazsa diğerini gerçekleştirmeyi hedeflemişlerdir. Bu amaçlardan ilki Türkleri Hristiyanlaştırmak; fakat bu gerçekleşmez ise ikincisi Türkleri Anadolu’dan kovmaktır.
  • 19. yüzyılda ve 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı Devleti’nin maruz kaldığı olumsuzlukların birçoğunun temeli Şark Meselesidir. Günümüzde de etkilerinin devam ettiğini, Şark Meselesinin amaçlarının halen sürdüğünü bazı araştırmacılar savunmaktadırlar. Özellikle kendilerini Türkçü addeden araştırmacılar Doğu ve Güneydoğu’da başlayan Kürtçülük hareketinin de dış kaynaklı olduğunu ve Şark Meselesi ile alakalı olduğunu öne sürmektedirler. Bunlardan birisi olan Orhan Türkdoğan Şark Meselesinin Avrupa haçlı zihniyetinin ülküsü olduğunu belirtmektedir.
  • Türkdoğan’a göre Şark Meselesi Türk – Avrupa ilişkilerinin uzantısıdır. Osmanlı Devleti ve onun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti İslam’ı batıda temsil etmekte, cihat ülküsüyle Batı Avrupa içlerine kadar taşımış bulunmaktadır. Bu nedenle de Batı’nın hedefi haline gelinmiş, Şark Meselesi ortaya çıkmıştır. Batı’nın felsefesi Türkleri Balkanlardan, Anadolu’dan kopararak gidebildiği yere kadar kovalamaktır. Bu nedenle Batı kaynayan bir kazanı andıran Ortadoğu’da ve Balkanlarda etnik gruplar, azınlıklar oluşturmaya çalışmaktadır. Bu sayede ülkemizi zayıf düşürmek, parçalamak zihniyetini sonuna kadar kullanmayı hedeflemektedir. Bu zihniyet Batı’nın vazgeçmediği politikalarından birisi olup Kürtçülük de Şark Meselesinin bir parçasıdır.
  • Ortadoğu’nun siyasi ve ekonomik yapısı göz önüne alındığında Türkiye büyük bir potansiyele sahiptir. Bölgenin süper gücü olabilecek ülkelerden birisi olanın yanında Orta Asya’da bağımsızlıklarını elde etmiş Türk devletlerinin önünde de bir rol model konumundadır. Stratejik konumu itibariyle de Türkiye güçlü bir devlet olmak zorundadır. Bu nedenle Şark Meselesi kapsamında Türkiye üzerinde pek çok oyun oynanmaktadır.
  • Türkiye’deki Sünni-Alevi, Türk-Kürt, Laik-Anti Laik, Milli-Ulusalcı gibi çeşitli dini, etnik, ideolojik ayrımlar Türk milletini bölmeye yönelik çalışmalardır. Kürt meselesi, Ermeni meselesi, körfez krizi, Kıbrıs ve daha pek çok mesele bu kapsamda değerlendirilebilir. Bütün bunlarla birlikte en büyük yıkım içten gelmekte, devlet adamlarından siyasetçilere kadar birçok kişi ya da grup kullanışlı hale gelerek içte bir Türkiyelilik oluşumunu engellemektedir. Şark Meselesinin mimarlarının amacına hizmet etmektedir. Bilerek ya da bilmeyerek verilen bu hizmetlerle aslında Batılıların çok da bir şey yapmasına gerek kalmamaktadır!

Şark Meselesinin Safhaları

Şark Meselesinin Safhaları

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Şark Meselesi fikrinin ne zaman doğduğu sosyal bilimciler arasında tartışılan bir konudur. İlk olarak Viyana Kongresinde 1815 yılında kavram kullanılmış olsa da amaçları çok eskilere uzanabilmektedir. Yine de gelişmeler ışığında Şark Meselesi belli safhalar halinde ele alınmaktadır. Bunlar şöyledir:

  1. Türklerin İlerlemede Olduğu Devre (1071 – 1683) 
  2. Türkleri Avrupa ve Anadolu’dan Kovma Dönemi (1683 – 1923),
  3. Kültür Emperyalizmi Bombardımanı Dönemi (1923 – 1990),
  4. Yeni Azınlıklar Yaratma Dönemi (1990 – ?)
  • Türklerin İlerlemede Olduğu Devre (1071 – 1683)

İlk safhada Türkler taarruzda, Avrupalılar savunmadadır. Türkler adım adım ilerlemekte ve bu sırada Avrupalılar stratejiler geliştirmektedirler. İlk amaç, Türkleri Anadolu’ya sokmamak iken 1071 Malazgirt Savaşı ile bu amaca son verilmiştir. Ardından Türkleri Anadolu’da durdurmayı hedeflemişlerdir. Bu nedenle sekiz kez Haçlı Seferleri düzenlemişlerdir. Ardından Türklerin Rumeli’ye geçişini engellemeyi hedeflemişler ve 1444 Varna’da Birleşik Avrupa Ordusu Osmanlıya karşı toplanmıştır.

Avrupalılar daha sonra Türklerin İstanbul’un fethini engellemeyi amaçlamışlardır. Ardından da Türklerin Avrupa işlerine doğru ilerleyişine mâni olmaya çalışmışlardır. 1683 yılındaki Viyana Kuşatması Osmanlı’nın Avrupa’da çaldığı son kapı olmuştur.

Şark Meselesinin bütün bu hedeflerine karşın Türkler Anadolu’ya girmeyi başarmış, yerleşmiş, devlet kurmuş, İstanbul’u fethetmiş, Balkanları zapt etmiş ve Viyana’ya kadar ilerlemiştir.

Türkleri Avrupa ve Anadolu’dan Kovma Dönemi (1683 – 1923)

  • Türkleri Avrupa ve Anadolu’dan Kovma Dönemi (1683 – 1923)

Şark Meselesinin bu safhasında Avrupalılar taarruzda, Türkler savunmadadır. Osmanlı Devleti adım adım aldığı toprakları hızla kaybetmeye ve geri çekilmeye başlamıştır. Söz konusu gereği çekiliş ta ki 22 gün 22 gece devam eden Sakarya Meydan Muharebesine kadar sürmüştür. 13 Eylül 1921 tarihinde Mustafa Kemal önderliğindeki birlikler Yunan kuvvetlerini bozguna uğratmışlar ve ardından Türk tarihinin dönüm noktalarından birisi meydana gelmiştir.

İkinci safhada Şark Meselesi adına çeşitli hedefler belirlenmiş ve bunlar uygulanmıştır. Balkanlardaki Hristiyan toplumları Osmanlı hakimiyetinden kurtarmak hedeflerden birisidir. Bu amaçla söz konusu toplulukları isyana teşvik etmişler, ilk olarak muhtariyet alarak iç işlerinde serbestlik kazandırmışlardır. Daha sonra da bağımsızlıkları sağlanmıştır. Sırayla Yunan, Sırp, Bulgar bağımsızlık hareketleri başlamış, her biri başarıya ulaşarak Balkanlardaki Osmanlı hakimiyeti son bulmuştur.

Yine Avrupalı devletler ikinci safhada birinci maddedeki hususların gerçekleşmediği durumlarda Hristiyanlar için ıslahat talep etmeyi ve onlar lehine Osmanlı nezdinde müdahalelerde bulunmayı esas almışlardır. Bir nevi içten içe Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmışlar, Hristiyanları ayrıcalıklı kılarak hem diğer dinden olanları kışkırtmayı hem de toplumsal ayrımcılık yapmayı hedeflemişlerdir.

Bu dönemde Türkleri Balkanlardan tamamen atmak ana hedef olmuştur. Balkan milletleri Osmanlı Devleti’ne karşı bu dönemde toptan harekete geçmişler ve müşterek hareket ederek Türkleri Balkanlardan tamamen çıkarmayı gaye edinmişlerdir.

İstanbul’u Türklerden geri almak bir diğer hedef olmuştur. 13 Kasım 1918 tarihinde Müttefik Devlet filolarının İstanbul limanına girmeye çalışmaları bu gaye ile olmuş, fakat başarılı olunamamıştır. İstanbul’un Türklerde ve Müslümanlarda olması Şark Meselesi açısından her zaman temel hususlardan birisidir.

Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarında yaşayan Hristiyan azınlıklar da Şark Meselesine dahildir. Bu kapsamda ıslahatlar yaptırmak, muhtariyet elde etmelerini sağlamak, mümkünse de bağımsızlıklarını aldırmak hedeflenmiştir. Ermeni, Rum isyanları bunun bir parçasıdır. Suriye ve Arabistan’daki isyanlar neticesinde Suriye, Lübnan, Irak, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Katar, Yemen gibi çok sayıda Arap devleti kurulmuştur. Bunların kontrolünü ise İngiltere gerçekleştirmiştir.

Anadolu’yu paylaşmak ve Türkleri Anadolu’dan da çıkarıp Orta Asya’ya geri göndermek bu safhadaki diğer amaçtır. 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekelerinde Anadolu’nun adım adım paylaşılması bunun nedenidir. Batı dünyası bunu büyük bir fırsat bilmiş ve 1. İnönü, 2. İnönü, Dumlupınar savaşları bu amaçlarına karşı yapılmıştır.

19. yüzyılda Avrupa sermaye ve üretim merkezi haline gelmiştir. Gelişen sanayi ile birlikte hem hammadde hem de pazara ihtiyaç olmuştur. Bu nedenle elde ettikleri sömürgeleri korumak, bunlar arasındaki irtibatı güçlendirmek, stratejik mevkileri ele geçirmek gerekmiştir. Bu yüzden de Avrupalı devletler büyük bir sömürgecilik yarışına girişmişlerdir. Bu sırada Osmanlı Devleti sahip olduğu geniş topraklar, stratejik noktaların Osmanlı’da olması, yeraltı kaynakları açısından zengin bölgelerin Osmanlı elinde bulunması, Asya, Avrupa ve Afrika’ya yakın olması Osmanlı’yı hedef haline getirmiştir. 20. Yüzyıl başlarında İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Rusya, İtalya gibi devletler Osmanlı topraklarında yarışa girişmişlerdir. Daha Birinci Dünya Savaşı devam ederken gizlice Osmanlı Devleti’nin topraklarını kendi aralarında paylaşmışlardır.

Kültür Emperyalizmi Bombardımanı Dönemi (1923 – 1990)

  • Kültür Emperyalizmi Bombardımanı Dönemi (1923 – 1990)

Lozan Antlaşması ile başlayan ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar geçen sürede de dünya tarihinde önemli gelişmeler olmuştur. Lozan’la Türklerin bu coğrafyada yaşamasını kabul etmek zorunda kalan Avrupalılar bu kez onun kimliğini hedef belirlemişlerdir.

Madem Türkler bu topraklarda yaşayacaklar, o halde onları asıl kültür değerlerinden ayırmak gerekir. Bu amaçla hareket eden Avrupa çağın iletişim sistemlerini, eğitim sistemlerin kullanarak Türklük değerlerinin altını oymaya yönelik adımlar atmaya başlamıştır. Diziler, filmler, dergiler gibi çeşitli eğlence araçları ile Batı kültür çok yoğun şekilde pompalanmıştır. Türk gençlerinin adeta kültür bunalımına sürüklenmesi, temel değerlerini önemsemez hale gelmeleri sağlanmıştır. Çevrelerinden, ailelerinden, kültürlerinden, dinlerinden kopuk hale getirilen bazı gençler kendi ülkelerinde yaşamak istemez hale gelmiştir. Avrupa ya da Amerika’da yaşamayı bir artı görmeye başlamışlardır.

Kültür emperyalizmi en fazla tahribatı aile sistemi ve dil üzerinde yapmıştır. Ahlak anlayışı, namus anlayışı, saygı anlayışı değişmiş, bütün bunlar iş ve ticaret hayatında dahi kendini göstermiştir. Bu noktada özellikle ne kendi kültürünü tam bilen ne de batı kültürünü benimseyen kişilerin olmayışı en büyük sorundur. Bütün bunlar beraberinde kimlik sorununu getirmiş, büyük bir yozlaşmaya sebebiyet vermiştir.

Bu dönemde Batı bir taraftan Türk kültürü üzerinde tahrifat yaparken aynı zamanda soğuk savaş döneminin dengelerini gözetmiştir. Bu yüzden de Sovyet yayılmacılığına karşı denge unsuru olarak Türkiye’yi görmekte, askeri ve siyasi yönden ayakta tutmaya çalışmaktadırlar. Sovyet yayılmacılığına karşı stratejik bir noktada yer alan Türkiye aynı zamanda Batı’ya bağımlı tutulmaya çalışılmıştır. Sovyetler Birliğinin dağılması ve Soğuk Savaş döneminin bitmesiyle bu safha da sonlanmıştır.

  • Yeni Azınlıklar Yaratma Dönemi (1990 - ?)

Dördüncü safhada Berlin duvarının yıkılması ve 11 Eylül gibi olaylar büyük etki sahibi olmuştur. Berlin duvarının yıkılması soğuk savaşın bittiğinin işareti olmuştur. Bu da Türkiye’nin siyasi ve askeri denge unsuru olmaktan çıkmasına işaret etmiştir. 11 Eylül ikiz kuleler bombalanması ise dünyanın tek süper gücü olan ABD’nin tüm dünyayı kendi istediği gibi dizayn etme döneminin başladığına işaret etmektedir.

Soğuk Savaş bitmiş; fakat küresel bir fırtına Batı’dan Doğu’ya esmeye başlamıştır. Avrupalılar önceki dönemde Türkleri yeteri kadar örselediklerini düşünmüşler ve Osmanlı döneminde kullandıkları yollara riayet etmişlerdir. Gayrimüslimler üzerinden Türkiye’nin iç işlerine karışmaya başlamışlar, daha önce kabullendiremedikleri azınlık anlayışlarını yeniden gündeme getirmişlerdir. Ermeni Soykırımının kabul edilmesi, Rum patrikliğine ekümenlik verilmesi gibi geçmişte kana konular yeniden kazanmaya başlamıştır. Yine Türkiye’nin toplumsal yapısına zarar verecek Alevi, Kürt gibi azınlıklar yaratılmaya çalışılmıştır.

Bu safhada Türkiye’nin azınlıklar üzerinden bölünmesi hedeflenmiştir. ABD’nin Irak’ı işgali ve Ortadoğu’da gelişen yeni olaylar ikinci kırılma noktası olmuştur. Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti oluşturulmuş ve Genişletilmiş Ortadoğu Projesi ile ABD öncülüğünde bölge haritası yeniden şekillendirilmeye çalışılmıştır. Geçmişte Azerbaycan Türkiye sınırında Ermenistan devleti oluşturulduğu gibi burada da bir Kürdistan kurulmaya çalışılmaktadır. Geniş coğrafyası, yer altı ve yer üstü kaynakları üzerinde bulunan coğrafyalar Türkiye’den koparılmak, Türkler daha da sınırlı bir alana çekilmek istenmektedir.

Her ne kadar Şark Meselesinin son iki safhasında Türkiye’deki sosyal, siyasi olaylar, kültürel değişmeler olumsuz algılar üzerinden Batıya ve Avrupalılara mal edilmeye çalışılıyor. Fakat tarihsel gerçekler toplumda iyi, kötü, ahlaklı, ahlaksız, suçlu, suçsuz insanların her zaman var olduklarını göstermektedir. Özellikle son çeyrek asırdır siyasi rejim içte ve dışta hep bir hayali düşman icat etmekte, sebep olduğu kötülükleri, başarısızlıkları Batılı dış güçlere mal etmeye çalışmaktadır.

Yeni Azınlıklar Yaratma Dönemi (1990 - ?)

Şark Meselesinin Önemi

Şark Meselesi geçmişten günümüze pek çok olayın nedeni ve sonucu olmuştur. Bu yüzden Türk ve Avrupa tarihi açısından önemli bir yeri vardır. Öncelikle Şark Meselesi Osmanlı Devleti’nin parçalanmasında en önemli etkenlerden birisi olmuştur. Batı devletlerinin Osmanlı Devleti’ni ele geçirme gayesiyle uyguladıkları bütün politikalar Şark Meselesi kapsamında değerlendirilebilir.

Şark Meselesi Ortadoğu açısından da önemlidir. Osmanlı Devleti 17. Yüzyıldan sonra çeşitli başarısız politikalar, kötü idare ve diğer etmenlerle imparatorluk olma özelliğini kaybetmiştir. Bunun üzerine Avrupa’nın önde gelen devletleri o zamana kadar Osmanlı’nın gücü karşısında bir faaliyette bulunamazken kendi aralarında çıkar mücadelesine girişmişlerdir. İngiltere, Rusya, Avusturya ve Fransa bunda ön ayak olmuştur. Osmanlı Devleti de bu çıkar mücadelelerinin tam merkezinde kalmıştır.

Avrupalı devletlerin çıkar çatışmalarının Osmanlı Devleti üzerine yoğunlaşmasının güçlü nedenleri vardır. Osmanlı Devleti’nin jeopolitik ve stratejik konumu bunlardan birisidir. Çanakkale ve İstanbul Boğazlarına sahiptir ve bu boğazlarla Avrupa, Asya ve Afrika arasında bir köprü konumdadır. Bütün bu kıtalarda söz sahibi olmak ve yeni stratejiler geliştirmek isteyen devletlerin de Osmanlı Devleti’nin 18. Yüzyılın sonlarında gücünü kaybetmesi dikkatlerini çekmiştir.

Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünün bozulmasında, gücünü kaybetmesinde en büyük paya sahip devletlerden birisi Rusya’dır. Büyük Petro Rusya’nın Moskova – Üçüncü Roma olma ülküsü yürütmüştür. 16. Yüzyıldan itibaren de sıcak denizlere inme politikası gütmeye başlamış bunun için de Osmanlı bünyesinde yer alan azınlıkları kışkırtmış, desteklemiştir. Özellikle Ortodoksları, Ermenileri ve Slavları kullanmıştır. Ruslar 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Ortodoksların haklarını korumak bahanesiyle bir nevi Osmanlı Devleti’nin iç işlerine dahil olmuştur. Devamlı çeşitli nedenlerle Osmanlı Devleti’ne savaş açmış, bunların hepsinde kazanmış ve yavaş yavaş Osmanlı’yı zayıflatmıştır.

Osmanlı Devleti güçlü olduğu zamanlarda Rusya’nın yayılmacı politikaları karşısında tek başına durabilmiştir. Ancak zayıfladığında aynı direnci gösterememiş, bu dönemlerde Rusya ile çıkarları çatışan Avrupalı devletler müdahalede bulunmuştur. 

16. yüzyılda Fransa ilk kez kapitülasyonlara tabi tutulmuştur. Yine de Osmanlı Devleti’nin rakipleriyle iş birliği yapmayı tercih etmiştir. 18. Yüzyılın sonunda Napolyon Bonaparte Mısır’ı Osmanlı’dan ayırmıştır. 19. Yüzyılın sonuna gelindiğinde ise Tunus, Faz ve Cezayir Fransızlarca sömürgeleştirilmiştir.

1877-1878 yıllarında İngiltere Ruslara karşı koyabilmek amacıyla Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü desteklemiştir. Fakat ardından kendi çıkarlarını gözeterek Osmanlı’nın kendi kontrolüne girmesine çalışmıştır. Balkanlardaki isyanları desteklemiş, hatta halkları isyana teşvik etmiştir. Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Devleti yenilince Osmanlı’nın en stratejik bölgelerine el koymuştur. Hala devam eden Kürt ve Ermeni sorunları ilk baştan bu yana ateşlemekte, desteklemektedir.

Avusturya Macaristan İmparatorluğu Osmanlı Devleti’nin batıdaki en büyük rakiplerinden birisidir. Viyana Kuşatmasının başarısız olmasını sağlamışlar ve Osmanlı’nın gerilemeye başladığını göstermişlerdir. 20. Yüzyılın başında Bosna Hersek’i işgal etmiş, ilk etapta Rusya ile çıkarları çatışırken daha sonra Rusya ile iş birliği yaparak Osmanlı Devleti’ne karşı çatışmalara girmiştir.

Sonuç olarak Şark Meselesi içindeki konularda Osmanlı Devleti’ni ele geçirmek için pek çok devlet çaba sarf etmiştir. Azınlık hakları, din bütünlüğü, kapitülasyonlar gibi projeleri kullanmışlardır. Osmanlı Devleti’ni sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi açılardan zayıflatarak kendi himayeleri altına almaya çalışmışlar, Osmanlı parçalanmayı önlemek için ıslahatlar yaparak Batı’yı durdurmaya çalışmış ise de başarılı olmamıştır. Bunun neticesinde de Osmanlı Devleti sona ermiştir.

Şark Meselesinin Önemi

Şark Meselesinin Sebepleri

Şark Meselesinin sebeplerinin başında maddi sıkıntılar bulunmaktadır. 19. Yüzyılda Avrupa’da Sanayi Devrimi olunca Avrupalı devletler sömürgeci politikalar geliştirmeye başlamışlar ve kendi himayeleri altına alabilecekleri güçsüz devletler aramaya başlamışlardır. Osmanlı Devleti de bu alanda önemli bir hedef haline gelmiştir.

Şark Meselesinin bir diğer sebebi yine sömürgeci politikanın bir sonucudur. Avrupalı devletlerin sömürge faaliyetleri esnasında Osmanlı Devleti stratejik bir konumda bulunmaktadır. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında topraklarının olması, bütün bu köprülerde devasa bir devlet olarak yer alması Osmanlı’yı hedef yapmıştır. Osmanlı Devleti’ne Pazar ile üretim yeri arasında daha ucuz bir alternatif nazarıyla bakılmıştır. Bu nedenle de bütün sömürgeci devletler gözlerini Osmanlı Devleti’ne çevirmişlerdir.

Ayrıca Osmanlı Devleti’ni himaye altına almak Avrupalı devletler açısından büyük bir prestij meselesidir. Adeta Avrupa’daki güç dengesini belirleyecek bir hamledir. Bu yüzden de bütün Avrupa devletleri Osmanlı’yı himayelerine almaya çalışmışlardır. Dolayısıyla sadece ekonomik sebepler değil, güç oyunları da Şark Meselesinin sebeplerindendir.

Hristiyan devletlerin amaçlarından birisi de Hristiyanlığı daha geniş kitlelere yaymaktır. Bu yüzden sömürgecilik benimsenmiştir. Bu politikalarını uygularken Ortadoğu’da ve Avrupa’da herhangi bir engelle karşılaşmayan sömürgeci devletlere karşı Osmanlı büyük bir direnç sergilemiştir. Bütün bunlar da Osmanlı üzerinde emellerinin birleşmesine, amaçları uğruna Şark Meselesinde bütünleşmelerine vesile olmuştur.

Sonuç olarak Şark Meselesinin sebepleri ekonomik sıkıntılar, sömürgeci politika ve güç dengesi olarak toplanabilir. Avrupa üç emelde birleşerek Osmanlı’ya saldırmış ve başarılı olmuştur.

İlginizi çekebilir: Belgrad Antlaşması'nın Önemi, Hangi Devletler Arasında İmzalanmıştır, Sonuçları Nelerdir?

İlgili yazılar

Yorumlar - Yorum yapmak için tiklayin

YORUM BIRAKIN