Sağlık

Anestezi Nedir, Anestezinin Doğuşu ve Tarihçesi

Anestezi Nedir, Anestezinin Doğuşu ve Tarihçesi

Anestezi ya da Anesteziyoloji; ameliyat öncesi ve sonrası boyunca hastaların ağrı duymamasını, yapılan girişime tahammül etmelerini ve onların konforunu sağlamak için geliştirilmiş olan, bir dizi tıbbi uygulama içeren bilim dalıdır. İnsanlığın ağrıya karşı yakaladığı ilk başarı; opyum (poppy), hyoscyamus (banotu), alkol ve adamotunun (mandragora) kullanılmasıyla elde edilmiştir.

Mandrake ve Opyum, emdirilmiş “soporofik sünger”, Galen ve Hippocrates tarafından kullanıldı. Homer Odyssey, Yunanlıların uykuyu oluşturabilmek için birçok ilaç ve bitki kullandıklarını anlatmıştır. Bu bitkilerden biri lotus çiçeğidir. Cerrahi amaçla kullanılan ilginç bir yöntem; boğma yani asfiksi yöntemiydi. Boğma sonucunda oluşan asfiksinin sebep olduğu bilinç kaybıyla ortaya çıkan anestezi, İtalya’da 17. Yüzyıl sonlarına kadar uygulandı.

Diğer bir ilginç yöntem ise; kafaya vurulan darbeydi. Bu darbe bir bademin kabuğunu kırabilecek şiddetteydi. Bu sayede bayıltılan hastada, bilinç tekrar gelene kadar cerrahi operasyon yapılıyordu. Ağrının azaltılması için soğuk tatbiki ve sinir köklerine baskı yöntemi de Romalılar tarafından gerçekleştirilmiştir.

Solunum ve dolaşım fizyolojisinin incelenmesi, gazların bulunmasına ve bunların deneysel olarak inhalasyonlarına öncülük yapmıştır. J.B Van Helmont (Belçikalı Kimyager) 17. Yüzyıl ortalarında atmosferde olan gazlardan daha farklı bir gaz grubu tanımlamış, bu gazları sınıflandırmıştır. Bu çalışma esnasında kanın akciğerlerden geçerken siyahtan kırmızıya doğru renk değiştirdiğini gözlemlemiştir. 1774 yılında Joseph Priestly tarafından civa oksidi ısıtılmış ve oksijen elde edilmiş, 1776’da ise tesadüfen nitrik asitten azot protoksiti elde edilmiştir.

Anestezi

Lavoisier, oksijenin havadaki küçük bir parça olduğunu ve solunum yoluyla alındığını, büyük bir kısmının ise azottan oluştuğunu söylemiştir. Humphrey Davy, 1799 yılında kendi dişini çekerken azot protoksit inhalasyonu kullanmış ve ağrısız bir şekilde dişini çekmiştir. Valerius Cordus tarafından 1540 yılında bulunan eterin, Crawford Long tarafından 1844’de aneljezi oluşturduğunun saptanmasına rağmen, Long’un bulgusu ve bu konudaki birikimi 2 yıl sonra yayınlanıncaya kadar gizli tutulmuştur. Bundan dolayı eter ve azot protoksitin cerrahi operasyonlarda bilimsel olarak kullanımı 1844 ile 1846 yıllarını bulmuştur.

Diş hekimi olan Horace Wells, 1844 yılında dişlerinden birini azot protoksit inhalasyonu ile ağrısız olarak çektirdiğini anlatmıştır. Thomas Green Morton (Wells’in öğrencisi) ise eter buharının inhalasyonu kapsamında uyguladığı hayvan deneylerinin ardından ofisinde yaptığı ağrısız diş çekimini gazetelerde yayınlatmıştır. Green bu uygulamasını 1846 yılında bir hekim grubunun önünde ispat etmiş ve anestezi tarihinde “eterin babası” olarak adlandırılmıştır. Anestezinin daha sonraki gelişimi ise, vaporizasyon teknikleri ve araçların geliştirilmesi sayesinde devam etmiştir.

İntravenöz Anestezi

Bu anestezinin öncüsü Pierre Cyprien’dir. 1872 yılında kloral hidratlı intravenöz uygulamış ve bunun tüm anestezikler arasında en güçlü olduğunu savunmuştur. 1900’lü yılların başlarında ise, intravenöz anestezinin majör komponent olduğu, balans anestezi olgusunun ortaya çıktığı ve geliştiği görülmektedir. Bu anestezi türünün günümüzdeki önemi, suda eriyebilir barbitüratların bulunması ile ortaya çıkmıştır.

İlk kısa etkili anestezinin 1927 yılında Pernoston tarafından yapıldığını ve 1928’de John Lundy tarafından inhalasyon anesteziye amitali ilave edildiğini görüyoruz. Daha sonraki yıllarda ise diğer barbitürat derivelerinin bireşimi ile intravenöz anestezi gelişmeye devam etmiş ve modern anestezi uygulamalarında önemli bir yer edinmiştir.

Rejyonel Anestezi

Eski dönemlerden beri Amerika’daki yerlilerin çiğnedikleri koka yaprağından, Albert Niemann kristalize olarak alkoloidi izole etmiştir. Bu olay rejyonel anestezinin ilk önemli aşaması olarak kabul edilir. Bundan 20 yıl sonra ise kokainin bütün farmakolojik etkileri yayınlanmış ve tıp dünyasının ilgisi bu olay üzerine çekilmiştir. 1884’de Sigmund Freud’un kokainle yaptığı ilk çalışmaları yayınlandı ve Freud, morfin alışkanlığı bulunan yakın bir arkadaşını tedavi etmek isterken tarihin ilk kokainmanını yarattı.

Lokal anestezi amacıyla kokainin ilk kez kullanılması, Freud’un arkadaşı Köller tarafından bir göz üzerinde denendi ve yayınlandı (1884). Bu sırada yaygın olan kloroformla, inhalasyon anestezinde ortaya çıkan toksinli vakalar, genel anestezi ve yüksek anestezi mortalitesi verebilecek personellerin yeterli sayıda olmaması sebebiyle, rejyonel anestezi cerrahlar arasında popüler bir hale geldi. Epidural anestezi ilk olarak 1885’de, spinal anestezi ise 1898’de August Bier tarafından yapıldı ve sonrasında bu uygulama Fransa ile Amerika’da geniş bir yer buldu.

1904 yılında kokainden sonra bulunan ilk lokal anestezik, Einhorn tarafından sentezlenmiş prokaindir. Lidokainin 1946’da bulunması önemli bir gelişim olmuş ve daha sonra birçok yeni anestezi klinik uygulamaya girmiştir. Kullanılan tekniklerin geliştirilmesi ile de, rejyonel anestezi günümüzdeki yerine ulaşmıştır.

Anestezi Nedir?

Anestezi Teorileri Nelerdir?

Çeşitli kimyasal ajanlarla birlikte fizyolojik aktivitenin depreşe edilmesi haline “Anestezi” adı verilir. Anestezi teorileri 2 temel grupta incelenir. Kullanılan ajanların kimyasal ve fiziksel özelliklerine dayandırılan gruba Klasik Teoriler, hücrenin biyokimyasal ve biyofiziksel özelliklerine dayandırılan gruba ise Modern Teoriler adı verilir. Klasik teoriler kendi aralarında dörde ayrılmaktadır;

  • Lipid teorisine göre yağ ve suyun bölünme kat sayısı ne kadar büyük olursa, anestetik ajanda o kadar kuvvetli olur.
  • Kolloid teorisinde, anestetik ajanların protoplazmasında (hücredeki) bir farklılık oluştuğu ileri sürülür.
  • Adsorbsiyon (yapışma) ve yüzey gerilimi teorisi, anestetiklerin yapışarak (membrana) yüzey geriliminin azaltıldığı ileri sürülür.
  • Permeabilite teorisinde ise, “anestetik ajanın adsorbe olmasından sonra SSS hücrelerinin permeabilitesi azalır” düşüncesi hâkimdir.

Modern teorilerde kendi aralarında ikiye ayrılmaktadır. Oksidayonun inhibisyonu yani biyokimyasal teoriye göre; anestezi hücredeki oksidasyonun inhibisyonu ile oluşur. Mikrokristalizasyon teorisi yani biyofiziksel teoride ise, beynin %78’i sudan oluşmaktadır. Anestetiklerin etkisiyle bu oranın %1’i hidrat kristalleri şeklinde kristalleşiyor ve bir kürenin oluşması sonucu beyindeki impuls iletimi duruyor.

Türkiye’de Anestezinin Tarihçesi

Anestezi ile ilgili ilk yayınlar, Türkiye’de bu konuya ilgi duyan cerrahi uzmanlar tarafından verilmiştir. Örneğin, eter kullanımıyla ilgili ilk yayın 1871 yılında Miralay Dr. Ahmet beyin “Tıp Müfredatı” isimli kitabıdır. Bu kitabı Münir beye ait olan “Kloroforma Dair” adlı yazı izlemiştir. 1882’de Dr. Abidin, Dr. Münir ve 1891 yılında Dr. Hüseyin bey ile birlikte doğum kliniği hocası olan Dr. Besim Ömer’in yazılarında Anestezi yerine duyuların kaldırılması ile ilgili kullanılan Mubtel-i Hissi adlı anestezi yazıları bulunmaktadır.

890’da Paris’teki eğitimini tamamlayıp ülkeye dönen Cemil Topuzlu Paşa, kloroformu 1924’e kadar kullandı. 1924 sonrasında ise eter anestezi uygulamaya başladı.  Eter anestezinin ülkemizde ilk kez uygulanması ise, 1898 yılında Gülhane Askeri Okulunu kurmak için Almanya’dan gelen Rieder Paşa tarafından gerçekleştirildi. Almanya’da eğitimlerini bitirip yurda dönen cerrahi hocalarından Dr. Orhan Abdi Kurtaran 1905 yılından itibaren eter kullanmaya devam etti.

Anestezi Tarihi

Anestezinin yerleşmesi ve gelişmesinde, gerek yazıları ve gerekse uygulamaları ile Besim Ömer Akalın, Cemil Topuzlu, Orhan Abdi Kurtaran, Kazım İsmail Gürkan, Rıza Nur, Ahmet Asım Onur ve Halit Ziya Konuralp’in çok önemli katkıları olmuştur. Türkiye’ye ilk gelişmiş anestezi gereci İTÜ 1. Cerrahi Kliniğine Prof. Dr. Rudolf Nissen tarafından 1937 yılında getirilmiş, fakat bu cihaz o dönemlerde eter anestezi yapabilen narkozcu Hüseyin ve Hasan onbaşıların dışında, başka bilirkişi olmadığı için kullanılmamıştır.

1948’e gelindiğinde Tıp Fakültesinin 1. Cerrahi Kliniğine Prof. Dr. Burhanettin Toker’in isteği ile kapalı sistem azot protoksit anestezisi uygulanabilen bir cihaz getirilmiştir. Bu cihazın kullanımı Dr. Toker tarafından cerrahi bir asistan olan Dr. Sadi Sun’a verilmiştir. Endotrakeal anestezi uygulamaları da ilk kez 1949’da Sadi Sun ve Burhaneddin Toker tarafından yapılmıştır.

İlgili yazılar

Yorumlar - Yorum yapmak için tiklayin

YORUM BIRAKIN